6 Temmuz 2011 Çarşamba

3 Ağustos 2010 Salı

milli anıt milli heykel milli büst milli birlik ve beraberlik


Biraz genellemeci bir bakışla Tanzimat'la başlayan ve Cumhuriyet'in kuruluşuyla artan batı hayranlığı ve modernleşme kaygısı sonucu Avrupa'ya eğitime gönderilen askerler, bürokratlar, ve sanatçılar muhtemelen "yahu Batı memleketleri ne güzel heykellerle, anıtlarla donanmış, bizde niye yok?" diye düşündüler ve tüm memleketi donatacak bir heykel seferberliği başladı. O günlerden bugüne elimizde kala kala Atatürk'e benzemeyen korkutucu büstler ve komunist Rusya'dan fırlamış ideal genç kız ve delikanlı figürleri kaldı. Zorlamayla üretilen bu köksüz eserler memleketimizde malesef "post-it" gibi arzı endam etmekteler. Ancak bu standardın dışına çıkma çabaları da -malesef- azımsanmayacak kadar fazla. Bugünkü asabiyetin tetikleyicisi de ben henüz bir larva iken Beşiktaş Meydanına şaşalı törenlerle "dikilen" ve anlamını hala çözemediğim "anıt-heykel". Freud yaşasaydı ve bu fallik yapıyı görme şansı olsaydı hem sipariş verende hem yapanda hem de gurur içinde "işte laik cumhuriyet" diyerek gözleri yaşaranlarda kimbilir nasıl çocukluk travmaları, bilinçaltı sembolleri ve odipus kompleksleri bulurdu. Freud still rocks!:)

22 Temmuz 2010 Perşembe

Ne Mutlu Türkiye! (ya da Sakıncalı Spermler)

Sevgili takipçilerim, zannetmeyin ki asabiyetim azaldı. Bir kasabada "... soyunu koruma kanunu" varsa asabi bir kurbağanın sinirlerine hakim olması hiç kolay değil. Bizim oralardaki kanunu biraz anlatayım:
"Sağlık Bakanlığı'ndan yurtdışındaki sperm ve yumurta bankalarına başvurarak çocuk sahibi olmak isteyenler kötü haber! Resmi Gazete’de 6 Mart’ta yayınlanarak yürürlüğe giren ve kamuoyunda tartışmalar yaratan “Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri” Yönetmeliği’nde, “soyu koruma” amacı ile radikal bir değişiklik yapıldı.Yeni yönetmeliğe göre, yurtdışındaki sperm bankasından alınan sperm veya yumurta ile hamile kalanlar hakkında, savcılığa suç duyurusunda bulunulacak ve bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile dava açılacak."
Ve bu yüzden kamuoyunda silikonlarıyla meşhur olan bir ünlümüz de ABD'deki bir sperm bankası yoluyla hamile olduğunu açıklayınca hakkında inceleme başlatıldı. Gerçi daha sonra eski sevgilimden hamile kaldım dedi ama asıl derdimiz bunlar değil (Özkökgillerden mi oluyorum ne?:)
Şimdi, asıl meseleye gelelim. "Türk soyunu koruma kanunu". Azıcık mürekkep yalamış hangi sosyal bilimciye sorarsanız sorun size "ırk" kavramının hepitopu 200 yıllık bir geçmişi olduğunu, ırkın kurulmuş ve geçişgen bir kavram olduğunu dile getirecektir. Düşünün, Prof.Halaçoğlu dahi bugün kendine Kürt diyen aşiretlerin aslen Türkmen olduklarını söyleyerek bu geçişgenliği kanıtlamış oldu (nihahah!) Ayrıca yapılan DNA araştırmaları ve cumhuriyet dönemindeki mübadeleleri ve göçmenleri dikkate alırsanız bugün Anadoluda yaşayan insanların yalnızca küçük bir yüzdesinin orta asya kökenli olduğu ortaya çıkıyor (Gündüz Vassaf %30 diyor kitabında ki bence yüksek bir rakam:)Hepsini bıraktım, kanlı canlı ve Türk olmayan bir erkekle evlenip ondan çocuk yapmak serbestken yurtdışından sperm almak neden yasak oluyor onu çözemedim? Üstelik yurtdışından alınan spermin yağız bir türk civanmertine veya orta asyalı bir türke ait olma ihtimali de azımsanmayacak kadar yüksek.
Velhasılı kelam benim şöyle bir önerim var. (Aslında Sivilay Abla'dan arakladım:)
Bundan sonra Türk kadınlarının anadoludaki Kürt, Rum, Ermeni, Çerkez, Çeçen, Makedon, Boşnak, Bulgar, Arap, Süryanilerle evlenerek Türk soyunu bozması yasaklansın ve orta asyadaki sperm bankalardan alınacak spermlerle hamile kalmaları mecburi kılınarak orta boylu, sarı benizli, tava suratlı, çekik gözlü, basık burunlu ari bir Türk ırkı yaratılsın.
Ne mutlu Türkiye!(Bkz. Helin Avşar)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Kokuyorlar!

Bizim kasabadaki iri, beyaz bir kurbağadan bahsetmiştim. Hani şu Fırçacının her gece şarap içerek muhabbet ettiğinden, hatırlıyorsunuz dimi? Malesef tek bir beyaz kurbağa yok, bunlar küçük ve keyifli ve Batılı ve çook modern bir klik oluşturmuş durumdalar.
Bu beyaz kurbağalar için geri kalan tüm kurbişler ya bidon kafalıdır ya göbeklerini kaşıyodur ya da pis kokuyordur! Evet, bizim kasabadakiler yıkanmayı, deodorantı, parfümü pek sevmezler ama belki de geçim sıkıntısından kafaları dumanlanmıştır? Neyse, canım ülkemizin "amiral gemisini" huşu içinde okuyan o iri beyaz kurbağalardan birinin "diğer"lerine bakışını ele alan bir çizimi ele geçirdim ve sizinle paylaşıyorum. Bu iyiliğimi de unutmayın:



16 Temmuz 2010 Cuma

Ceplerinde Tadelle zodyaklara bindiler (Not: gözyaşları içinde ve sesiniz titreyerek söyleyiniz)


Bizim bataklıkta -benim de dahil olduğum- bir grup genç kurbağanın hayatta kalmak için bulduğu bir dizi yöntem var: Bir araya gelip konuşmak, eğlenceli protestolar düzenlemek, ve yaşlı & statükocu kurbağaları ti'ye almak. Genç kurbişler olarak ne "çok entelektüeliz" diyerek ortada dolanıyor, ne "çok iyi insanlar" olduğumuzu teyid etmek için doğuda yaşayan kırmızı kurbağaların çocuklarının başını okşuyor, ne işçi kurbağaların çadırlarda titreyerek ölmesine vesile oluyor, ne de başına nilüfer yaprağı takanlara "sizi de anlıyoruz, canlarımm" diyerek onlara üstten bir bakış fırlatıyoruz. Nefes almak için sarıldığımız tek şey var, o da mizah. Buna en güzel örneklerden biri, bataklıktaki en iyi dostlarımdan kara kurbağanın (diğer lakabı "fırçacı") özkök'le yaptığı muhabbetleri yayınladığı blog. Fırçacı her seferinde bunun gerçekten yaşandığını ve her akşam kırmızı şarap eşliğinde şömine başında bu yazıların yazıldığını iddia etse de iri beyaz bir kurbağanın onu yaprağına kabul edeceğine şüpheyle yaklaşıyor ve tek gözümü kısıp dudaklarımı bükerek "Acaba??" diyorum. Siz ne dersiniz, doğru söylüyor olabilir mi?

http://www.ozkoklemuhabbet.blogspot.com

15 Temmuz 2010 Perşembe

I just can't understand anything (Doğrusu olan biteni anlayamıyorum!)


Son günlerde kurmaktan en fazla keyif aldığım hayalin, Taksim meydanına çıkıp elimdeki megafonla "Hepiniz aptalsınız!" diye bağırmak olduğunu bizim bataklıktaki tüm kurbağalar bilir. Sıkıntılı bir Pazar öğleden sonrasında bu hayalin gerçeklenmesine ramak kalmışken (canlarım ciğerlerim) Coen kardeşlerin Fargo'suna ve Marge Gunderson'a denk gelmiş olmam tesadüf değil, ünlü bir Türk büyüğünün ifade buyurduğu üzere tevafuk olsa gerek. Nedense, "Hi!" (Merhaba) , "How are you doing" (Nasılsın!) la hayatlarını geçiren kötü giyimli manik ev kadınlarının ve kafasında beyin yerine ceviz taşıyan erkek polislerin dünyası bana doğduğum kasabayı fazlasıyla hatırlatıyor. Filmde kafası çalışan tek kişi olan ve kendisine her sabah yumurta pişiren Norm'la yaptığı evliliğe toplumdaki saçmalıklardan korunmak için sığınan Marge Gunderson'un dudaklarından- bir dizi yanlış anlama, umursamazlık ve aptallıkla örülü cinayetler silsilesini çözdükten sonra- şu kelimeler dökülür "I just can't understand anything!". Marge kadar sabırlı olmayan Coen kardeşler ise megafon yerine Fargo ile tüm topluma seslenir: "We just can't understand anything 'cause you are all so stupid!"

Real Istanbul


E5'in kenarında, Cevizlibağ ile Zeytinburnu arasında, egzos dumanı sinmiş bir Real(Gerçek) İstanbul: orta sınıf beyaz yakalıları cezbetmek için "in the middle of nowhere" (hiçbir yerin ortasında) yapılan sitelerden biri. Sizin hayalinizde canlandırdığınız gerçek, ya da olması gereken İstanbul bu ise; sur içinde, sarnıçlarla, kiliseler ve manastırlarla, Haliç'e çevrilen yüzüyle, birbirine omuz veren ve mor salkımlarla ve erguvanlarla renklenen ahşap Müslüman evleri ve her türlü yıkıma direnen taş Rum evleri ile bana başka ve daha medeni bir şehrin mümkün olduğunu hatırlatan o İstanbul neresi oluyor?